5 Eylül 2011 Pazartesi

Ne zaman adam oluruz?

Ne zaman adam oluruz? Bu düzenin sırrına erenler toprağı ekmek üzere özlerine döndüğünde...

Kapitalizmin dayattığı aşırı geniş sınırlar içinde bir özgürlük oyunu oynuyoruz. Sınırlar geniş olmasına geniş de, sınıra dayandığında karşılaştığın muamele çok ağır. Foucault’un hapishanesi gibi, kaçmaya çalışmadığın sürece hapiste olduğunu hissetmezsin bile... Sabahları işe, akşamları eve, kaçırılmayacak filmlere, doğumgünlerine, düğünlere, derneklere, otopark kapmak için erkenden, trafik yüzünden geç kalarak... Gidiyoruz – Geliyoruz. Canımızın istediği her yere gidip – gelmek serbest. Gittiğimiz – geldiğimiz sürece, oyuna devam ettiğimiz sürece, her sabah yeniden, aynı deney labirentinin aynı noktasından aynı peynirin peşinden koşmak üzere hazır ve nazır olduğumuz sürece sorun yok. Tasmamızın ipi uzun tutulmuş, nasıl olsa farketmiyoruz. Şarkıda da denildiği gibi, tatlı tatlı telkin ediliyoruz: “ben gelemem, ama sen git biraz dolaş...”

Modern köleliğin tanımını bilir misiniz? Sahibine yük olmayan, yaşamsal ihtiyaçlarını kendisi karşılayan, kendi parasını kazandığı için kimseye köle olmadığına inanan, maliyeti çok daha düşük elemanlar demek... Kentlerde yaşayan, konserve kutusu şeklinde tasarlanmış lüks sitelerde balıklar misali takılan, aynı arabalara binip, aynı kıyafetlerle, benzer davetlerde görülen, kendisi için yapabildiği bütün gelecek planları daha fazla mecbur kalmak, daha fena köşeye sıkışmak şeklinde olan – bkz. Evlilik, bkz. Çocuk, bkz. Kendi işim, bkz. Kendi evim; bir zavallı adam... Hangimiz o adam değiliz? Hangimizin hayatının bir sahibi yok? Anneler, babalar, kardeşler, karılar, kocalar, çocuklar, patronlar... Büyük bütçeler, büyük yatırımlar yönetsen, kocaman arabalara binip, kalın kalın kitaplar da okusan, banka hesabın her gün şişiyor bile olsa, hanene asıl yazılan artı nedir? Mecburiyetler. Kapitalizm iyi yere dükkan açmış. Bunları başarı sayan ve doğayla arasındaki ilişkiyi ne yazık ki unutan, beton zihinli, mermer kafalı insanlık bu oyun için biçilmiş kaftan...

Peki ne yapmak lazım? Bu düzeni bozmak nasıl mümkün? Hele ki bu düzen, hepimizi etkisiz elemanlaştırıyor, her iki kişiden birinin istemediği bir iktidara muhalefet yaratmamızın önünde dağ gibi duruyorsa, ne yapacağız? İktidar ister AKP olsun, ister TKP, yarımız kin kusarken, yarımız halaylarla seviniyorsa, bu topraklar rengini yitirmiş demektir. Bunun adı alternatifsiz mecburiyetler cumhuriyeti. Tek bildiğimiz ya ak ya bok. Grilerimiz vardı? Kalmadı... Grilere nasıl döneriz? Bizi köşeye sıkıştıran bu düzenin sonucunda tepemize diktiğimiz her türlü mecburiyeti, kendi silahıyla nasıl vururuz?

Ben oynamıyorum diyebilmek gerek...
Bu düzenin sırrına erenlerin acilen özlerine dönüp, yeniden toprağı ekmeleri gerek. Bodruma gidip domates yetiştirmek de buna dahildir. Rant kavgasını bitirmek, Kürt ya da Türk, Musevi ya da Müslüman olup olmamanın manasını yok etmek, kadrolaşmalar yüzünden işimizi halledememek ya da fikrimizle cezaevlerinde çürümemek için bu sistemin dayattığı farzlarla vedalaşmak gerek. Networking yapmanın gerek olmadığı, kariyerin anlamsızlaştığı, nikaha boyun eğmeyen, çocuk yapmayı matah görmeyen, sadece toprağı eken insan oğlunun o ilk haline geri dönmek gerek...

Eğer bu ülkenin kafası biraz çalışan, bu düzenin içinde yeterince düzülmüş ve düzlüğe çıkmanın asla mümkün olamadığını görmüş bir avuç insanı varsa, kaldıysa, acilen Anadolu’nun muhtelif yerlerinde kendilerine araziler alıp, işleri güçleri bırakıp, yeniden toprakla yaşamayı, topraktan yaşamayı öğrenmeye başlamaları şart.

Cehalet, kendini cahil görmeyenlerin hep birlikte uzak bir şehre taşınmasıyla başladı. Sınır köylerine giden öğretmenimiz yok. Birbiriyle konuşmayan üretenler ve tüketenler çağındayız. Akıl tutulması yaşanıyor çünkü akıllar köleliğe harcanıyor. 1 milyon vaziyete aymış, iyi niyetli adam, Anadolu’dan baştan başlasa, Anadolu baştan var olur. Aklımız varsa modern köleliğe kapılmayalım. Bir küçük kasabada balık tutalım, kiraz toplayalım. Belki komşunun okula bile gidemeyen çocukları akşam bize oturmaya gelir. Çay yaparız. Onlar bize kıtlama içmeyi öğretir. Biz de onlara Sineklerin Tanrısı’nı okuruz. Açıklamalı...

Ancak böyle adam oluruz, yoksa üç taraflı denizlerle çevrili ülkemin her kıyısından denize dökülürüz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder