7 Eylül 2011 Çarşamba

herkes sordu: bugüne kadar neden yazmadın? cevap veriyorum: müsait diildim


(bu yazımız, bugüne kadar neden yazmadığımın,
daha doğrusu neden yazdıklarımla insan içine çıkmadığımın kısa bir hikayesidir.
çok metaforik ve de felsefik yazıcam, ona göre hazırlanın, kusuruma bakmayın.)

ben bir kuşum...
harika kanatları olan, gökyüzünde süzülmekte üzerine tanımadığım,
onun bunun tepesine sıçmayan,
çocuklarına yuva yapan, ekmeğini suyunu esirgemeyen,
ne kaf dağında ne yerin dibinde ama tevazu sahibi bir yükselikte salınan
bir kuş ailesinin en büyük çocuğu olarak doğdum.
demek ki ben bir kuşum.
naturlicht.

hayalim bir gün bizimkiler gibi güzelinden uçabilmekti.
- düzeltiyorum.
eşek gibi biliyordum ki herhalde yani onlar gibi ve onlardan bile daha iyi uçacaktım elbet.
sadece o günü beklemek gerekiyordu.
o gün gelecek ve ben kanatlarımı açıp yükselecektim.

o gün hayatımın her evresinde, girdiğim her yeni yaşın senesinde yeniden geldi.
her sene uçtum.
biraz daha yüksekten, biraz daha akrobatça, biraz daha olgun...
her sene kanatlarım biraz daha güçlendi, gelişti...
uçmayı öğretir bile oldum.
kardeşime, küçüklerime, beraber uçasım olanlara, o da uçmalı mutlaka dediklerime...
paylaştıkça kanatlarım güzelleşti...
kanatlarımla beraber ben güzelleştim.
kendime inandım.
hayat, bi insanın kendisine inanması kadar basittir, bulmacası orada çözülür, bütün fiyakası orada bozulur sandım.

uçmak bence, acayip doğal bir olaydı. insan uçardı.
uçtuğum için kimseden özür dilemedim, hiç pişman olmadım, kimseye bir zarar verebileceğime inanmadım.
hatta...
bu dünyayı uçmak kurtaracak bile sandım. :)

sonra bir gün yuvadan uçtum...
güvenli, korunaklı, kötülere kapalı, "daha küçük o" kontenjanından sayıldığım,
fasülye bebesi halimden büyüdüm.
babamla annem kapıyı açtılar ve arkamdan el salladılar.
çok iyi uçtuğum için, herıld yani of course, hemen vardım.
"orman"a... (in english, the jungle)

ormandaki en yüksek ağacın - bana o yakışır :), en alttaki dalına çıktım. - daha küçüğüz, nasıl olsa tepelere uçarız diyerekten -
yukarı baktım...
üst dallarda oturanlar vardı. abilerim, ablalarım.
"burada durabilir miyim" dedim. bakmadılar...
ben duymadılar, çok meşguller, büyük adamlar onlar sandım, umursamadılar sanar mıyım? :)

ağacın en üst dallarının etrafında uçan,
gerçi gözüme güneş girdiğinden tam olarak uçup uçmadıklarını da tam anlayamadığım,
ama yine ışıktan olsa gerek gözlerimi kamaştıran bu unidentified but probably flying people'a hayran kaldım.
"onlar gibi olcam, ne var ki lan, daha iyisi bile olurum ben" dedim.
bir gün, herkesin gözüne görünen bir dalın ucuna kadar gittim.
baktım herkes bakıyor, açtım kanatlarımı...
tammm uçmak üzere ayaklarımı yerden kaldırdım...

ki...

ensemden enik gibi tuttu biri afedersiniz.
"noluyo lan" dedi bana...
bismillaaaa..
daha önce hiç böyle muamele görmemiş ben, küçük kuş, bi afalladım.
salakladım.
"o kanatlar öyle açılmaz" dedi.
içimden, "koçum ne alakası var, kanat bu, açılıyo işte, elimde mi?!" diyorum...
"o kanatlar neden o renk" diyor.
yine içimden "hayırlısıı, renginden kime ne?! hacı renk mühim miydi yaw" diyorum...
aklımı mı okuyor nedir, cinli, töbee,,, "kanatların boyu 14 cm'i geçmeyecek" diyor.
şaşkınlıkta dünya rekorları kırıyorum, haberin yok!

ama bunun akbaba görüntüsünü, küçükken kabuslarımdan bir yerden kesin hatırlıyorum herhalde ki..
korkuyorum, hiçbişeyi dışımdan diyemiyorum.
gözümü diktim bekliyorum o paşam bi açsın kanatlarını bi uçsun, boyunu görelim, biz de arkadaş öğrenelim.
yok uçmuyor.
yanındakine diyor ki, "biz uçmayız. biz uçururuz."
vardır bi hikmeti, sual olunmaz diyip, susuyorum.

ama deniyorum.
her gün yeniden bi kanat açma çabasına giriyorum.
şöyle açınca, burdan açınca, amuda kalkıp açınca, gözünü yumup ağzını açınca filan derken..
arkadaş her hareketimiz faul.
resmen uçmak yasak!
gidiyoruz konuşuyoruz.
"uçmak yasak mı babacım bu ormanda??" diye soruyoruz - kibar.
kibarız çünkü, allah baba olduğuna dair dedikodular duyuyoruz.
ağaç onun tamam onu biliyoduk da bak sen görüyo musun mubarek de bi insanmış endişesi bizi yiyor tabii.
en güzeli ne biliyo musun? :)
cevap alamıyoruz. :)))
sorulan sorulara cevap vermeyen, uçmayan ama uçurtmayan da, haşa ne diyosun terbiyesiz kablinden bi kuşbeyinliye çatmışız iyi mi...
neticede hepimiz kuşuz, o büyüğümüz, o, en bi "kuş"umuz.

anamı arıyorum, babama soruyorum.,
yok böylesini görmedik, duymadık, sen hangi ormandasın evladım, yanlış mı gittin, dön diyorlar.
yok diyorum.
muzafferat peşindeyim, pes etmem.
iyi insan yaa diyorum.
valla özünde çok iyi insan...
dur bi gidiyim, yanından uçayım...
"abi ben geldim bak sana yeni uçmalar biriktirdim, bi gösteriyim?"
yoook!

sopa çıktı şimdi bi de.
tepene iniyor.
ama görünmez, kutsal sopa.
önce çenenin altına giriyor, mağrur yüzünü yerden kaldırıyor, "sen iyisiiiin" derken, sen kanatları açmaya kalkıyorsun...
daaaan... sopa tepene iniyor.

derken derken...
bu kuşun görmediği dallarda uçma çalışmalarım başladı.
gizli gizli.
undercover flyer.
tabi yakalanmamak mümkün mü :)
olsun. başka görenler oldu uçtuğumu.
çok iyi uçuyosun koçum dediler.
vayy dediler.
para verelim? dediler.
algılarım şaştı.
doktora gittim sonra.
"reality distortion" teşhisi kondu bana.
ne bilir misin?
gerçeklik ayarlarımla oynanmış.
uçmak bilirken, bilemez olmuşum.
ben her şeyi yanlış biliyorum galiba olmuşum.
hatta...
ben bu kanatları birinden mi çaldım acaba olmuşum...

zaten kanatlar da paslanmış o ara.
açıyorum, uçuyorum belki ama içime sinmiyor.
(şarkı var çok içli, içime sinmiyor diye...)
o dönem bi içli şarkı da ben bestelesem hit olurdu. yapmadım.
uçamadığım için, uçmayı bilmemekle suçlandığım için, uçmak ne haddime olduğu için...
şarkı da yapamadım.
şiir de yazamadım.
e blog da :)

sonra o ağacı bıraktım.
içime ektiği korkularla beraber.
önce eve döndüm.
sonra başka bir ormana...

şimdi uçuyorum.
normal.
herkes gibi.
herkesin hakkı olduğu kadar.
herkesin istese yapabileceği şekil.
şarkı da besteledim inanmazsın., ama onu daha saklıyorum.
bu durumda, blog da yazarım dedim, yazdım saklamadım, yayımladım.

ve nihayet başladım.
ve ne gördüm? :)
uçmayı epey biliyormuşum ben oğlum. hem de hiç ama hiç unutmamışım :)

ps: sizi uçurtmayan ipnelerin gölgesinde yaşamayın, ağacına oturmayın. bu da kıssadan hisse.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder