(bu yazımız, belli gecelerde olduğu gibi bu gece de beni
yalnız bırakmayan, aziz dostum, en büyük hayranım, bitanem depresyonum için
yazılmıştır. kendisiyle çok geceler baş başa konuştuk, çok kereler anlaşmaya
çalıştık ama baktım olmuyor, sizlerin huzurunda kendisiyle kozlarımı son bir
kez daha paylaşmak isterim. artık bu da olmazsa valla seveceğiz birbirimizi, isteyeceğiz anasından ve yakıştıracağız bu acıyı bir şekil yakamıza, napalım...)
Sevgili depresyonum, nedir senin derdin?
Geceleri uykumu kaçırmaktan başka neye yararsın!
Sırayla,
fazla yağlarıma,
yüzümdeki kırışıklıklara,
bir türlü
yetmeyen parama,
kırdığım insanlara,
yetişemediğim işlere,
30 senedir hala
olmayı beceremediğim insana
takıyorsun da ne oluyor?
Zayıflayabiliyor muyum? Gençleşiyor
muyum?
Öc alır gibi para harcamaktan vazgeçtiğim de yok…
Ve evet en çok
kanepede ikiseksen yatıp, aynı filmleri tekrar tekrar seyretmeyi seviyorum.
Yani?
Attığın taşlar ürküttüğün kuşlara değmiyor!
Tamam ben de biliyorum bıraksalar neler neler yapabileceğimizi…
Biliyorum sırtımdaki hamallara nasip olmaz küfenin ağırlığını ve kimi / kimleri
taşıdığımızı…
Herkesin bizden medet umduğunu…
Herkese bizim yardım etmemiz gerektiğini…
Ve salak gibi herkese yardım
edebileceğimizi zannedip, kendimizi paralamalarımızın hiçbir yere varmadığını…
Ben de çok iyi biliyorum herkesin bizi kullandığını…
Kullansınlar diye izin
verdiğimi, sıçılacak ağız göte yakın gelir ilkesinden kendime koordinat
belirlediğimi… Ama bilmenin bir faydası
yok di mi?
O yüzden sen de kes hatırlatmayı…
Çünkü bende alerji yapıyorsun.
Sürekli hapşıran, burnu durmaksızın akan, ağzı yüzü şişen
ve
aldığı ilaçlar yüzünden sürekli uyumak zorunda kalan bir patatese dönüşüyorum
sayende.
Aslında hiç gerek yok bu kadar didişmene benimle çünkü sana nasip
olmayacak beni bitirmek biliyorsun. Canım arkadaşım Ayşe’nin kelimeleriyle
açıklamam gerekirse:
“Dostum sana bir haberim var,
kız zaten bir gün ölecek!”
O yüzden canım depresyonum, gel seninle bir anlaşma yapalım.
Son derece bariz konularımız var,
uğrunda depresyona girmeye
değmez,
inanılmaz sıkıcı ve çoktan tüketilmiş, modası geçmiş,
sıradan insan
mevzuları.
Gel atalım onları gündemimizden, hep beraber rahatlayalım.
Zaten hiç
yakışmıyorlar benim gibi “contemporary” bir ruha...
Gel bunlara somurtmayalım artık – somurtcak başka şey
bulurum ben sen gel…
Asıl, bunları diğer başka varoluşsal krizlerle birleştirip,
durumumuzu daha da ağırlaştırmayalım.
Ayrıca bunları sadece bana da mal etmeyelim – beni bu kadar
önemsemeyelim.
Ve gerçekten zaten 30 senedir gayet iyi farkında olduğum
bazı konular var ki
bunların depresyonunun bana vermekte olduğu şu kabak tadını
da lütfen artık fark edelim
ve allaaşkına nolur menüyü değiştirelim.
Misal…
Başarısızlık
For God’s sake, ne başarısızlığı?!?!?
Sana CV’mi göndermek istiyorum
sevgili depresyon.
Seninle, çalışma hayatım boyunca kazandığım paranın
yıllara
göre dağılımını gösteren grafiği paylaşmak istiyorum
– başkalarıyla paylaşmak
yok yalnız! Kendi içinde bir kıyas için…
Grafik yükseliyor mu yükseliyor.
Lütfen!
Bunlarla ölçmüyoruz yanlız mi diyorsun?
“Self-realization” bakımından
olmamışlıklarım var diyorsun…
Ha, olabilir.
Çok iyi bir sporcu, çok iyi bir dansçı, çok iyi bir yazar,
çok iyi bir anne, çok iyi bir eş, toplum için yaptıklarıyla ünlü,
televizyonculuğuyla müstesna, yarattığı tasarımlarla adından söz ettiren bir
modacı olamamış olabilirim. Bunları çok istemiş ve yine de (bazıları henüz!)
olamamış olabilirim.
Ama bir şeyler de oldum yani!
Olamadığım şeylerin uğrunda
kazara da olsa bir takım baltalara sap olduğumu düşünüyorum!
Bir dönem 4
numaradan çok iyi smaç vurdum mesela. Kısa sürdü ama kayıtlarda vardır.
Bir
dönem arkadaşlar arasında şarkı söyletilecek kadar güzel bir sesim vardı.
Antalya’da kendimi sahneye atıncaya kadardı o da ama olsun.
Bir ara bütün
konuşmaları bana yazdırırlar, bana yaptırırlardı.
Beni hiç sevmeyen bir hocam “Senden
olsa olsa ghost writer olur” dediği gün
sinirden delirip o işi de bıraktım ama…
Sinirlenme, çıldırma konularında iyiydim bak!
Ergenlik dönemim benden sonra
bile anlatılacak kadar çok sayıda efsaneyle doludur hakkımda…
Gerçi, en yakın
arkadaşımın da dediği gibi, “yumuşadım” yıllar içinde, pıstım, o yeteneğim de
gitti ama...
Arada çok güzel ayakkabılar çiziyorum? Sayılmaz mı?
Yılda en az 3 kere,
bir moda akademisine başvuru hayaliyle
Google’da arama yapıyorum, bir iki yere
telefon açıyorum.
Bir sevgilim var? Seviyorum :) Umut var diyemez miyiz?
Ayıp!
Bütün bunları hiçe sayıp, gecenin bir yarısı
manasızca dürtüyorsun insanı!
“Kalk
uyuma boş boş, bi işe yara, bi bok olamadın zaten bu hayatta” diye incitiyorsun
insanı gecenin 4ünde!
Bana bak depresyon, git başımdan ben başarısız filan değilim.
Zaten senin yüzünden blog açtım.
Üretiyorum işte, daha nedir, nedir, neee?!
Bir diğer misal: Yalnızlık
Oha oha çüş!
Bu hem geyik hem de terbiyesizlik!
Rakamsal olarak söylemek gerekirse, 300’ü aşkın ailem,
arkadaşım var. Yakın çevre. Saydım.
Kaldı ki bunların da kendi çevreleriyle
beraber etrafımı kuşatan insan selini
sana daha nasıl anlatabilirim bilmiyorum.
Cesur yürek sahnesi olarak görünmemizi ister misin sana?
Çünkü istersek
iskoçyayı kurtarabiliriz, o kadar kalabalığız.
Bana sayılarla gelme, önemli
olan yakınlık, muhabbet, derinlik, sevgi, saygı, aşk… Yemezler bebeğim.
Zira
senin beni yanıltmaya çalıştığının aksine,
bu tip durumlarda ne kadar
“sevildiğin” değil, ne kadar “sevdiğin”dir seni yalnızlıktan kurtaracak olan.
Sevdiğim çok şu hayatta…
Sevdiklerim, beni sevmeyenleri de kapsadığından, sen
beni merak etme bu departmanda…
Ve sayılar da hiç mühim değil evet.
Sayılarla
sayılamayacak kadar “çok” olan “tek” kişiler var benim hayatımda.
Yani yalnız
değilim ben.
Yalnızlık senin yarattığın bir ilüzyon!
Küçücük hatalarımdan beni
affetmediğin,
bütün küçük ipleri birbirine bağlayarak
beni yalnızlığa kadar
sürükleyecek bir halat yaptığını zannettiğin için giymemi istiyorsun bu
elbiseyi. Yakışmıyor ama işte…
Bunun için ağlayıp, üzülüp, “depresyona” girip
kendime güldüreyim mi insanları?
Ciddiye almasın mı istiyorsun seni doktorlar,
terapistler?
O zaman, bu konuda da bisktrgt lütfen hayatımdan.
Şımarık!
Bambaşka bir misal: Çirkinlik
Ohh baby…
Haklısın çok çirkinim. Oysa çok güzel olmak istiyorum. Al
sana dert!
Herkesi baştan çıkaracak,
hiçbir efor harcamadan herkesi kendime her
gün hayran bırakacak kadar umarsız bir güzellik istiyorum. Kaygısız, üzerinde
çalışılmamış, ender bir güzelliğim olsun istiyorum.
Evet istiyorum!
Ama ne çare…
Bu konuda ameliyatlar yok.
Verilmiş bir armağan bu ve parasıyla satılmıyor
işte…
Her aynaya baktığımda, omzumun üzerinden bana, çirkinliğimi
hatırlatmak için bi de sen bakma…
Benim gözlerim görüyor. Bir de senin gözlerinde
görmeye gerek yok!
Çünkü zaten insan
içine de çıkıyorum.
Ve her gün başka insanların gözünde yeterince görüyorum
güzeli de, çirkini de…
Ve aslında sen de çok iyi biliyorsun ki,
en güzel insan,
ne
kadar güzel olduğunun farkında olmadığından,
bundan habersiz, karakteri bu
güzellikten bağımsız gelişmiş,
güzelliklere hayran, güzellikler peşinde koşan
insandır.
Hahaa! Noldu?!?!?!
Eskimez bir misal: Geçmiş
Evet bir geçmiş var ve ağzına kadar dolu bir konu bu…
En
bayıldığın, her gece başka bir malzeme bulup çıkardığın…
Hatalar, pişmanlıklar,
salaklıklarla dolu.
Terziye versen, at bunu baştan dikelim der.
Kumaşı bile yer
yer bozulmuş, tamiratı mümkün olmayan çok yaması var.
Ama işte sen başıma
kaktıkça, ben daha çok seviyorum onu…
Oh diyorum iyi ki yapmışım…
İyi ki senelerce
çıkmışım bir allahın salağıyla…
İyi ki şeytanın avukatı filmindeki Milton
misali patronlarla çalışmışım.
İyi ki bazı hak etmezleri atmışım hayatımdan…
Çünkü hep sayelerinde boşanmış kaynar sular başımdan!
O sıçmışlıkların içinden
arayıp bulmak zorunda kalmışım kendimi…
Affetmek zorunda kalmışım yer yer.
Affedemediklerimi de içimde, beynimde taşımak zorunda kalmışım.
Velhasıl gölge
etmezsen,
kafamın içindeki sesleri kendi haline bırakabilirsen,
her şeyi yerli
yerine koyacağım günler gelecek.
Ama sevgili depresyonum,
sen olduğun sürece,
acılarımdan beslenen,
kendini incitmeden yaşadığını hissedemeyen birine
dönüşüyorum.
Werther miyim ben?
Gerçekten başımdan
defolup gidersen, her şey daha iyi bile olabilir...
Yaptığım hataların ardından,
battaniye altına girip kendime
acımak yerine,
nasıl telafi edebilirim acaba diye olan bitenin, giden, terk
edenin peşine düşebilirim.
Başaramadığım işlerin peşinden,
“ben zaten bir geri
zekalıyım” diye düşünüp, ardından gelen işleri de salmak yerine,
“bu sefer
yapıcam” diye gaza gelebilirim.
Beni inciten insanlarla ilgili
“acaba hak etmek
için ne yaptım” ezikliğiyle savrulmak yerine,
“Sikerim, siktirsin” moduna
geçebilirim…
Belki geceleri daha güzel uyuyabilirim.
Gündüzleri halledemediğim meselelerle rüyalarımda uğraşmaktansa,
uykumda hiç bilmediğim cennet gibi koylarda denize girebilirim.
Kitaplarımı,
“beceremediğim ve bilmediğim” konulardan değil,
“büyük bir zevkle ve merakla
okuyacağım” konulardan seçebilirim.
Sürekli vakit kaybettiğimi düşünmekten,
kendime sonu olmayan yapılacaklar listesi yapmayı bırakıp,
aklımdakileri tek
tek yapmaya başlayabilirim.
Belki başımdan gidersen,
evde bir temizliğe giderim,
eskileri atarım.
Senin yüzünden değil, öylesine,
deneysel olarak saçımı
kestirebilirim.
Çizmeye başlayabilirim yeniden.
Daha fazla yazabilirim.
Eğer lütfen gidersen,
çünkü lütfen zaten bir gün öleceğimi
kabul edersen,
kalan zamanımı ister boş boş oturarak,
ister pazartesileri ata,
salıları yelkene, çarşambaları yüzmeye,
perşembeleri pilatese, cumaları
arkadaşlarla içmeye,
cumartesileri bisiklete binmeye, pazarları fotoğraf
çekmeye giderek geçirebilirim.
Ya da geçirmem.
Sana ne?!
Ama git!
Çünkü başımda durma sebeplerinin hiçbirinin benim
hayatımda karşılığı yok.
Ben ödevlerimi zamanında yaptım verdim, vermeye de
devam ediyorum.
Hesabım kitabım kendimle, bir de sana dert anlatmakla uğraşmak
istemiyorum.
Sen işin içine girince, işin içine doktorlar da giriyor, ilaçlar da giriyor,
annem filan da giriyor, beni seven herkes şoka giriyor, sevgilimi sevemez oluyorum,
ayy her
şey karmançorman oluyor.
Lütfen git.
Çünkü ben gayet başarılı, mutlu,
geçmişiyle ilgili çalışmaları devam eden ve tabii ki çok güzel bir kızım!
İnsanın kendisini kandırması da kesinlikle bir depresyon
konusu filan değil,
lütfen ilgin olmayan alanlara da burnumuzu sokmayalım!